İlkokul son sınıfta ders yaparken sınıfın kapısı hızlı hızlı vuruluyordu.

 

Tüm öğrencilerin kapıya yönelmiş meraklı bakışları, Nimet öğretmenin girin diye kızgın bir şekilde bağırması ile dağıldı.

 

Yarım açılan kapıdan başını uzatan hademe Salih amcanın, “Öğretmen hanım kusura kalmayın, dersinizi böldüm, salonda tiyatro çalışması varda” demesiyle, öğretmen sert bir şekilde; “e, ne olmuş Salih efendi tiyatro çalışması varsa canım, hem dersimi niye bölüyorsun teneffüste gelseydin” diyerek cevap verdi.

 

Hademe amca titrek bir sesle “tiyatronun bir bölümünde ezan okunacakmış da” dedi ve bir süre durdu. “Okulda başka kimse yokta, ben mi okuyacağım ezanı” dedi Nimet öğretmen. Hademe amca “öğretmen hanım öyle değil, sizin sınıfta ezan okuyan bir öğrenci var, izin verirseniz onu almaya geldim” dedi. Nimet öğretmen bir süre düşündü, tiyatronun, çocuğun ezanla ne ilgisi var diyerek biraz sinirlendi.

 

Hademe amca izin aldığı öğrenciyi sınıftan alıp tiyatro çalışmasının yapıldığı salona götürdü. Öğretmen’e bu çocuk ezan okuyabilir, dedi ve çocuk okuduğu ezan ile tiyatro grubuna katıldı.

 

Tiyatro çalışmaları devam ederken, “Çoban Salih” rolünü oynayacak öğrenci hazırlık çalışmalarına katılmıyordu. Ailesi bu rolü oynamasını istememişti. “Çoban Salih” in bir bacağı ve bir kolu olmadığından kimse oynamak istemiyordu. Ezan okuyan çocuk öğretmenine giderek “Çoban Salih’i oynayacak kimse yoksa ben oynayabilirim öğretmenim” dedi. Kendi isteğiyle bu rolü istemesi hoşuna gitmişti öğretmenin. Çocuk artık “Çoban Salih” rolünü de oynayacaktı.

 

Okul çıkışında koşarak eve geldi. Annesine, yılsonunda tiyatro oynayacaklarını anlatarak, oyun için koltuk değneği, bir kolu ve bir bacağı olmayan eski elbise istendiğini söylediğinde annesi şaşkın ve tedirgin bir şekilde “var git başımdan oğlum, ne değneği, ne elbisesi, başımıza iş çıkartma. Hem ben anlamam, baban işten gelince ona söylersin, bir kolu bir bacağı olmayan elbisede neyin nesiymiş” dedi. “Çoban Salih” in bir kolu ve bir bacağı yoktu ama oyunun sonunda şehit olacak, üzerine ay yıldızlı bayrak örtülecekti. Bu, çocuk için çok önemliydi. Mutlaka o koltuk değneğini ve eski elbiseyi bulmalıydı.

 

Babası ikna olmuştu, tahtadan oğluna koltuk değneğini, annesi “başka oynayacak rol yok muydu sanki” diye söylenerek bir bacağı ve bir kolu olmayan kıyafetleri hazırladı.

 

Yılsonu gelmiş ve tüm hazırlıklar bitmiş, “Bayrağımın Gölgesinde” adlı kurtuluş savaşında yaşananları konu alan bir bölümün anlatıldığı tiyatro oyununu ilk oynadığımız gün çok beğenilmişti. Seyircilerin izlerken hıçkırarak ağladıkları görülmüş, mahalle sakinlerinin ve velilerin isteği ile bu oyunu tekrar tekrar oynamak zorunda kalmıştık..

 

Ben, annemin 1974 yılında oynadığımız bu oyundan sonra söylediği sözlerini hiç unutamadım. Bana o gün söylediği sözler annem rahmetli olduktan sonra daha da anlam kazandı. Rol gereği olsa da çocuğunun şehit olmasına dayanamayan rahmetli annem, bana o gün bir başka sarılmıştı. Boynuma sarılıp ağlayarak “Allah bana sizin acınızı, evlat acısını göstermesin. Sizden önce beni alsın” demişti.

 

Annemin belkide duaları kabul olmuştu. 2010 yılında evlat acısını görmeden rahmetli oldu. Ama ben, şehit annelerinin çocuklarının tabutlarına sarıldıklarında onların hislerini, arkalarından yaktıkları ağıtları, yüreklerindeki yangının ne olduğunu çok iyi anlayabiliyorum. Annemde o gün boynuma “Bayrağımın Gölgesinde” adlı oyundan sonra bir başka sarılmıştı. Çünkü o günden sonra bir daha annem o duyguyla bana hiç sarılmadı.